Tabiattan Geçen Mutluluk Yolları

Doğaya olan ihtiyacımız insanlığımızın ayrılmaz bir parçasıdır.

Orman görevlisi olarak çalışan ve birçok dilde çok satan kitapların yazarı Peter Wohlleben, Ağaçların Gizli Yaşamı  ’nda insanın doğayla olan bağı için: “Doğaya olan ihtiyacımız insanlığımızın ayrılmaz bir parçası,” der ve bizi doğaya doğru çeken bu parçamızı tanımanın bize nasıl iyi geleceğini açıklar. Kereste endüstrisine ağaç sağlamak göreviyle ormanda çalışırken ve ağaçları sadece ekonomik değeri olan emtia olarak gördüğü dönemde fark eder içindeki doğa sevgisini uyandıran bu parçayı. Aynı dönemde ormanda araştırma yapan bilim insanlarının doğaya olan merak ve tutkularına tanık olur ve ağaçların gizli yaşamı hakkında bulgulardan öğrendikleriyle, ağaçlara kazanç getiren emtia değil yaşayan birer canlı olarak bakmaya başlar. Hayatındaki asıl değişime yol açan keşfini aynı ormandaki yaşlı kayınların arasından yürürken yapar :

Bir gün yoluma yaşlı bir ağaç kütüğü çıktı. Üzerindeki yosunu kaldırdığımda, toprağa, onu sıkıca toprağa tutunduran yeşilimsi tabakayı gördüm. Ama kütüğün gövdesinde gördüğüm bu yeşil rengin sadece klorofilde bulunduğunu biliyordum ve klorofil sadece canlı ağaçların gövdelerinde saklanabilir. 400 veya 500 yaşında olmasına rağmen demek ki bu odun parçası hala canlıydı ! Her canlı varlığın beslenmeye ihtiyacı olduğuna göre tek açıklama, komşu ağaçların kökleri yoluyla bu yaşlı gövde parçasını desteklediği idi. Oysa bir ormancı olarak, ağaçların birbirlerine karşı hem ışık hem alan için mücadele ettiğini öğrendiğim halde orada bunun tam tersi olduğunu gördüm. Aslında ağaçlar, topluluklarının her üyesini hayatta tutmak için işbirliği yapıyorlardı.

 Ağaçlar arasında bir iletişim sisteminin varlığı bilimsel olarak kanıtlanmış ve orman genişliğindeki ağlar (woodwide web) olarak tanımlanmaktaydı. Buna göre ağaç toplulukları, iletmek istedikleri mesajları, kökleri ve kök etrafındaki mantar ağları kanalıyla aynı bizim sinir sisteminde olduğu gibi elektrik sinyalleri ile ormandaki diğer ağaçlara iletiyorlardı. Tehdit altındayken veya ekosistemlerini düzenlemek için –yeterli su depolamak, nemi ayarlamak, rüzgâra, iklim değişikliklerine karşı korunmak ve hayvanlar ile insandan gelen tehditlere karşı birbirlerini sinyallerle uyarmak için haberleşmek istediklerinde bu şekilde iletişim kuruyorlardı. Ağın içindeki her bir ağaç topluluk için değerliydi ve mümkün olduğunca uzun yaşaması için genç fidanlar ile zayıf veya hasta bireylerin beslenmesi destekleniyordu…

Ona huşu ve hayret veren bu olaydan sonra ormanla olan ilişkisindeki dönüştürücü değişikliği anlatır Ağaçların Gizli Yaşamı adlı kitabında :

 

Ormancı olarak yaşamak beni yeniden heyecanlandırdı. Artık ormanda her günüm bir keşif günüydü. Bu merak beni ormanı yönetmenin olağandışı yollarına götürdü. Ağaçların acı çektiğini ve hatırladıklarını, ana-baba olan ağaçların çocuklarıyla birlikte yaşadığını bildiğinizde, artık onları parçalayamaz ve büyük makinelerle hayatlarını bozamazsınız.

 

 

Kariyerini, çevre dostu ekolojik orman yöneticisi olarak değiştiren Wohlleben, tarım yapan karısıyla birlikte Almanya’nın Eifel dağlarında bir ormanda yaşamakta. Onca yıldır doğada bulunarak yaptığı gözlem, keşifler ve bilimsel bulgulara dayanarak der ki :

Bizi doğa ile birleştiren bağ kopmaz. Doğaya yakın olduğumuzda, dokunma, koku, duyma ve görme duyularımız keskinleşir. Mantar, yosun ve çam kokusunu tanıyabiliriz; keskin bir görüş ile bitkilerin ve hayvanların renklerini daha kolay ayırt edebiliriz. Bilimsel araştırmalar, ağaçların ruh ve beden üzerinde sakinleştirici ve yatıştırıcı bir etkiye sahip olduğunu göstermekte : Kan basıncını düşürür ve solunum kapasitelerini güçlendirirler… Ağaçları görmeye ihtiyacımız var.

Tabiatın insan sağlığı üzerindeki etkisi bundan yıllar önce hastanelerde zaten kanıtlanmış, öyle ki doğa veya ağaç manzaralı odalarda kalan ameliyat edilmiş hastalar daha hızlı iyileşmişler.

Bizi doğaya cezbeden parça, belki de beynimizin daha ilkel olan bölümünde bulunmakta. Ağaçlarla, bitkilerle insan beyni arasında atadan gelen yerleşik bir doğal bağlantının kodu var… Tabiata yönelmek kaçış ya da idealizm değil, aslında köklerimizi yeniden buluyoruz.

Beden ve benliklerinde yaşadıkları anın ve yerin farkındalığıyla var olan çocukları örnek vererek, doğanın harikalarını, yaşamın mucizelerini yakalayan bir çocuk heyecanıyla yaşamanın ayrıcalığını anlatır:

Çocuklar bunu en iyi biliyor, merak ve hayret ediyorlar; yağmurda, karda huşu hissedebiliyorlar, içlerinde uyanan duyuların farkına varabiliyorlar, yaprakları tadıyor, duruyor ve gözlemliyorlar, eğilip bir odun parçasını, merak uyandıran bir taşı alıyorlar, karınca yuvasını izliyorlar…

Yeryüzünde yapılan ekolojik zararlara rağmen doğanın dayanma gücüne inanır Wohlleben, doğayı kısa bir süreliğine dahi kendi haline bırakıp zarar vermeye ara verirsek onun, kendini canlandıracak yolları bulacağını öne sürer.

Kentsel yaşamları sıkıca saran tek boyutlu ve kısıtlı zaman deneyimini zihinsel olarak canlandırır :

Kentsel yaşamımızda zaman, dakik sınırlar içinde hesaplanıyor. Oysa ormanda zaman farklı seyreder. Saatleri ve cep telefonlarını bir kere unuttuktan sonra, zaman genişler ve bollaşır, bir ferahlık hissedilir. Tabiatta yaptığınız yürüyüşten döndüğünüzde, düşündüğünüzden çok daha uzun bir zaman geçtiğini görürsünüz. Zaman yavaşlar çünkü dikkati dağıtan etkenler, gürültüler, hızla değişen görüntüler eksilir.Ormanda, her şey yavaşlar ve yatışır. Ortam her on saniyede bir değişmez.

Rüzgârın sesi, yaprakların hışırtısı, kuytulardaki sesler, adımlarımızın ritmi… Renklere, ağaçların biçimine, kokulara dikkat etmeye başlarız. Hiçbir şey şehirdeki hiperaktivite gibi değildir. Zaman algımız değişir.

Şimdi “ağaçların zamanı” dır. İçimizde, bizim için doğal olan ritmi buluruz. Hakiki parçamızla kavuşuruz. İşte bu sebeple kendimizi daha iyi hissederiz.

 

Duygu Bruce
25 Nisan, 2020

Kaynak:
Psychologies, Nisan 2020