Yolculuğa Hazırlık

  Yazar Annie Dillard, “Günlerimizi nasıl geçirdiğimiz, elbette hayatımızı nasıl geçirdiğimizdir” der. Zaman konusunda titiz olan Goethe için her saniyenin sonsuz değeri vardır. Seneca’ya göre ise her gün yaptığımız şeyler hayatımızın anlamını şekillendirir. Zamanın göreceli olan uzunluğu kısalığı onu neyle nasıl geçirdiğimize göre belirlenir.  “Hayat, iyi yaşanırsa yeterince uzundur” der. Çoğumuz zamanın kıymetini bilerek hedeflerimize ulaşmak için onu optimum şekilde yönetmeye çalışırız ama yine de hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşarız. Örneğin, her şeye yetecek kadar bol zamanımız varmış gibi günlerimizi geçirdiğimiz olur. Hatta  kendimizi, sonumuzun gelmeyeceğine, sanki sonsuza kadar yaşayacakmışız gibi inandırdığımız da olur. Mesela ölümü yok varsayıp ona başkaldıran bir

Devamını okuyun

Ölümden Sonra Bize Ne Olur?

New York’ta NYU Langone Tıp Merkezi’nde dünyanın ilk kritik bakım ve resüsitasyon (hayata döndürme) araştırma laboratuvarının yönetici doktoru ve kardiyopulmoner Sam Parnia, “Öldüğünüzde aslında ölü olduğunuzu bilirsiniz çünkü bilinciniz var olmaya devam eder…” diyor. AWARE araştırması ile tanınan laboratuvarı, Ölüme Yakın Deneyimi (NDE) olan, yani klinik anlamda  kalbi durarak ölmüş olan, sonrasında resüsitasyonla hayata döndürülen yüzlerce insan üzerinde çalışıyor. Gerçekleşen ölüm ile hayata geri dönüş arasındaki zaman aşımı, durumdan duruma farklılık göstererek birkaç saniyeden 20 dakikanın üzerine kadar sürebildiği belirtilmekte. Tıp dünyasında “Öldüğümüzde ne olur?” sorusunun öncü araştırmacılarından Dr. Raymond Moody, ölüp dirilen insanların ölümden sonraki yaşama dair anlatımlarını 1975

Devamını okuyun

Burada Ne Yapıyoruz

  “ Burada ne yapıyoruz, nereden geldik, nereye gideceğiz? ”  Bu bildik sorular, insan var olduğundan beri hayata anlam biçmek için sorulagelmiş. Bazıları için yaşamın amacı öncelikle yiyecek ve barınak edinmek iken, bazıları anlamı başarılı bir iş tutmak ya da mesut ev bark sahibi olmakta arar. Kimi zaman da hayatın önceliği zevke zevk katarak günü gün etmek, gamsız gezinmek, biraz da boş verip zevkleri tatmin etmek olur (mesela söz verdiğim bir işi yapacak iken arkadaşlarla buluşma hevesine kapılıp gitmem, ihtiyaç duymadığım halde bir eşya daha satın almam, sevdiğim çikolatayı almak için harcayacağım zamanı boşverip şehri boydan boya kat edişim…) ya

Devamını okuyun

Duyguların Bedendeki Yerleri

Aşık olduğumuzda içimizde uçuşan kelebekleri çoğumuz tanırız. Kalp hızla atmaya başlar, otonom sinir sistemi heyecan sinyallerini yakar ve kaslarımıza giden oksijeni artırır, nöroendokrin sistem tüm nöronları ateşler; vücudumuz böyle tepeden tırnağa aktif ve uçarı hafiflikteyken her an kanatlanabiliriz. “Limbik aşk” adını verdikleri hâli  böyle tanımlar nörobilimciler. Limbik demelerinin sebebi, duyguların beyindeki limbik sistemde aktive edilmesindendir. Her zaman bilinçli olarak farkında olmasak da duygularımız davranışlarımıza ve fizyolojik durumlarımıza etki ederler. Duygu – beden bağlantısı o kadar yerleşiktir ki kimi zaman duygularımızı tarif ederken bedensel terimler kullandığımız da olur: Evde kalmak istediğimiz bir gün “ayaklarımız işe gitmez”;  ciddi bir hayal kırıklığı yaşadığımızda,

Devamını okuyun

Vahşi Ormandan Geçen Yol

  Hakikat öyle karartılmış ki aşkla peşine düşmezsek onu hiç tanıyamayacağız !  —Blaise Pascal Walter Lippmann (1889-1974), bundan elli yıl önce Kamuoyu  adlı kitabında, dış etkilere, bilgi manipülasyonlarına karşı giderek yatkınlaşan, kandırılmaya ve kendini kandırmaya eğilimli toplumlar oluştuğunu yazar : Çevremizle etkileşimler, medya, sosyal ve profesyonel ağlarımız büyük ölçüde tercih ve seçimlerimizi tanımlarken, bir yandan dikkatimizi çeler bir yandan da bilinçli veya bilinçdışı olarak değerlerimizi ve önceliklerimizi değişime uğratır. Toplumsal boyutta politik, sosyal ve maddi amaçlara hizmet edecek şekilde bir “kamuoyu” nun yaratıldığına, ortak çıkarları olan bir “grup zihni” nin sistematik olarak geliştirildiğine dikkat çeker. Gözlemleri ve yazdıkları, kendi dönemi

Devamını okuyun

Çoban Yıldızı’nı Ararken

  Dayanıklılık ve travma konusundaki çalışmaları ile tanınan nöropsikiyatrist Boris Cyrulnik, “yeniden düşünmek ve medeniyeti değiştirmek zorundayız” diyor. Kültürümüz pusulayı kaybetti, göz ucuyla ilerliyoruz, olaylar tarafından savrulup itiliyoruz […] Yeni bir yön seçmeliyiz çünkü insanın doğanın üstünde olmadığını, doğanın içinde olduğunu anladık. Fiziksel, psikolojik ve ruhsal olarak, bulunduğumuz doğal alanımızda, düşündüğümüzden çok daha fazla yontulmuş durumdayız. Son kitabı Ruhlar ve Mevsimler’ de ruhu iyileştirmeye odaklanıyor ve ruhun içinde bulunduğu “psikolojik ekoloji” nin tedavide çok önemli bie etken olduğuna olarak dikkat çekiyor : İyilik ve mutluluk arayışında, kültürümüz, uzun yıllar boyu bizi doğanın üstünde olduğumuza ve insanın doğaya hükmetmesi gerektiğine inandırdı.

Devamını okuyun

Hayatı Kolaylaştıran Arkadaşımız

  Beyin “ya hep ya hiç” prensibiyle işlemez. “ Bizler rutin alışkanlıkları olan varlıklarız özellikle de içinden geçtiğimiz bu dönemde. Bu normaldir, zira beynimiz sürprizi sevse de, aşırı ısınmasını önlemek için rutine ihtiyaç duyar ” diyor tanınmış Fransız sinirbilimci Valentin Wyart. Planlamanın zor olduğu, beklenmedik olaylarla dolu bir yılı geçirirken, rutinler kendimizi yapılandırmamıza yaşam kalitesini onarmamıza imkân verir. Kişinin günlük hayatına yerleştirdiği bu rutinler en azından kısa vade plan yapmayı mümkün kılar. Örneğin gelecek hafta sonu ne yapacağını, cumartesi sabahını spora ayırdığını, pazar günü pazara gideceğini bilmeyi sağlayan rutinler güven verici, yapılandırıcı ve zaman kazandırıcı alışkanlıklar olur… Bir rutini benimsediğimizde,

Devamını okuyun

Kedi Duruşu ve Kader Arasındaki Adım

  İnsanlığın ilerleyebilmesi uğruna, gurur veren yüce cesaret derslerinin olması gerekir.    Efsanevi Fransız yazar ve şair Victor Hugo (1802-1885), büyük eseri Les Misérables‘da, tereddüt ve kararsızlığı  bir kedinin duraklamasına benzeterek anlatır : Kedilerin yarı kapalı bir kapının eşiğinde uzanarak duruşunu çoğu insan deneyimlemiş ve “Hadi içeri gelsene ! ” demiştir. Kedinin eşikteki duraksaması, önlerindeki bir meselenin kapısı yarı açık iken, olası iki çözüm arasındaki kararsız kalıp duran insanlara benzer. Ancak bu tür insanlar, talihin cilvesiyle aniden kapanıveren kapıda ezilme ya da sıkışma riskini taşırlar. Tabiatları gereği aşırı ihtiyatlı olan kediler, bazen cüretkâr olanın maruz kaldığı tehlikeden daha fazlasına maruz

Devamını okuyun

Ruhun Tıbbı ve Doğal Maneviyat

  “Bilgili olmak ne kadar kolay, oysa hakiki insan olmak ne kadar da zor.” Yirminci yüzyılın dikkate değer müzisyeni, yargıç ve düşünürü Ostad Elahi (1895-1974), hayatını, dinlerin özünü ve temel ilkelerini; bilge ve ariflerin evrensel deyişlerini inceleyerek geçirir ve vardığı sonucu Hakikat Sözleri adlı eserinde şöyle özetler : Dinler yalnızca ikincil yönlerinde farklılık gösterir; özünde temel amaç ve ilkeleri aynıdır. Ostad Elahi’nin felsefesine has olan nitelik, üzerinde titizlikle çalıştığı konuların teorik yanıyla yetinmeyip, içerdikleri ilkelerin doğruluğunu toplum hayatında, başkalarıyla etkileşim içindeyken deneyimlemesidir. Bu çalışma ve deneyimlerinin sonucunda kendisi, doğru ilahi ve etik ilkelerin yaşayan gerçek örneği olacaktı. Klasik mistisizme bağlı

Devamını okuyun

Dikkatten İlahi Neşeye Giden Yol

  “ İlahi bilgeliğin sırrı beşerî zevkte değil, insanın derdinde saklıdır. Genel olarak, dertlerimizden herhangi birinin ortadan kalkmasını dilemek yerine onlardan yarar sağlayacak şekle dönüştürmek için lütuf dilemeliyiz. Cesaretli insanlar için dertler ve ıstırap, genellikle bir dayanıklılık ve ruh gücü sınavıdır. ”   Birçok düşünür ve yazar tarafından aziz bir kişilik ve entelektüel güçlere sahip bir dahi olarak tanımlanan Fransız filozof ve sosyal aktivist Simone Weil (1909-1943), emeği bol bir yaşamın örneği.  École Normale Supérieure‘de eğitim görür, Fransa genelinde Felsefe ve Mantık alanında en yüksek dereceyi kazanan ve eski Yunanca, Latince ve Sanskrit dillerinde yetkin olan Simone Weil, 22 yaşında

Devamını okuyun